14 Aralık 2009 Pazartesi

Zazie


Logosunu çok sevdiğim, dergilerde okuduğum yorumlarla hep denemek istediğim bir mekan Zazie.Beş, altı ay önce Bağdat Caddesindeki şubelerine gitmiş ve hayal kırıklığına uğramıştım. Porsiyonlar küçük, fiyatlar yüksek çalışanlar da şevksizdi. Geçen zaman içinde bu olağanüstü güzel bahçesi olan mekana bir şans daha vermek istediğimi hissettim.Pazar günü 14.00 gibi gittik, alt kat renkleri ve stiliyle hemen insanın içini ısıtan bir atmosfere sahipti fakat illaki yukarı kata almak istediler.Gerçekten, üst katın o güzel bahçeye bakan kocaman pencereleri her yerde görülmeyen zarif noel süsleriyle bezenmişti.Böyle güzel bir pencereden yağmur yağan Bağdat Caddesini izlemek ayrı bir keyif.Soğan çorbası, pizza ve salata yemeğe karar verdik.Soğan çorbası oldukça ılıktı,üzerine konan peynir eritilmiş ekmek önceden hazırlanmış ve buzdolabından çıkarılıp zaten ılık olan çorbanın üzerine konulmuştu. Akdeniz salatası çok taze ve lezzetliydi ama İstanbul'da yediğim gramı en pahalı salataydı. Pizzalar çok lezzetliydi ve niye bilmiyorum soğuktu. Beğenmediysen bir daha gitme diyebilirsiniz doğru gitmem ama caddenin eşi benzeri bulunmaz bahçesi ve mimarisine sahip bu mekana zevkle gitmek isterim. Bu fiyatlarla bu yemekler ve servis kabul edilemez bence.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Limon Cafe Gümüşlük Bodrum




Kısa bir süre önce Ayşe Arman yazdı, Limon Cafe Gümüşlük'te.Şöyle güzel böyle güzel ördekler, omletler ortam, manzara diye.. Kırk yılda bir Bodrum'a gitmişiz bu fırsat kaçmaz deyip pazar sabahı kendimizi oraya atıyoruz. İlk masayız, herkes esniyor, akşamki yağmur nedeniyle açıktaki masalar torbalara sarılmış. Hafif sonbahar kokan bir günün sabahında ne yesek diye menüye bakıyoruz. Kahvaltı tabağı ve otlu omleti paylaşmaya karar veriyoruz. Çeşitli yerel ekmekler, taze ve sıcak. İstanbul'da bulunması zor lezzette lor, taze, hafif tatlı ve yağı yerinde. Zeytinler yine değişik renklerde özenle yöresel zeytinyağına bulanmış biberiye ile süslenmiş.Çıtır simitleri, bazlamaları yağa banmadan olmaz. Peynirleri de tatmak beğendiklerimizi de layıkıyla yemek gerek, loru yemek için benim favorim üzerine reçel koymaktır. Mandalina reçelini üzerine bolca döküp yedik. Kendimi çimenlerin üstünde güneşlenip yuvarlanan karnı tok kediler gibi hissediyorum. Tepenin üzerindeyiz, müthiş bir deniz manzarası eşliğinde hediyelik için hazırlanıp ipe dizilmiş karanfil ve tarçınların kokusu rüzgarın etkisiyle burnumuzu yalayıp içimize doluyor. Bu kadar yemek yeter deyip yüzmeye Karaincir'e yola çıkıyoruz.

Kavak Köftecisi Yalıkavak Bodrum







Öğle vakti çok açız, Kavak köftecisi diye İstanbullardan yola düşmüş kendimizi Yalıkavakta bulmuşuz. Eylül ayında bol bulutlu bir hava, bayram değil seyran değil, sıradan bir cumartesi köfteci tıklım tıklım.Turistler, tanınmış üniversite hocaları, yerel halk, herkes o lezzetli köfteden ve köfte yağında mangalda kızarmış ekmeklerden yemek için orada toplanmış. Yemeği beklerken sınıf mınıf kalmamış herkes eşit, sırasını bekliyor ve beklenen an geliyor, mangalda kızaran ekmekler, gerçekten müthiş lezzetli köfteler ve piyaz.En iyi köfte sıralamamda birinciliği paylaşan iki yer vardır. Birisi bu Kavak Köftecisi ikincisi de Köfteci Ramiz'in Akhisar'da çarşı içindeki ilk yeri. Yolunuz düşerse mutlak deneyin. Fotoğraflar çok iyi değil ama açlıktan ellerimiz titriyordu, karnımız doyduğunda çekecek birşey kalmamıştı.

Bodrum Bodrum








İki hafta önce uzun zamandır yapmadığımız çocuksuz haftasonu gezisi hakkımızı kullanarak Bodrum'a gittik. Bol yağmurlu bir haftadan sonra bol bulutlu Bodrum karşıladı bizi. Yaklaşık 25 yıldır değişik kereler uğradığımız ve her zaman ürünlerine pek bayıldığımız Yunuslar Karadeniz fırınına gittik önce. Eski usül fırın modern bir pastaneye dönüşmüştü. Çok estetik ve çağdaş bir görüntü kazanan fırının eski hali anılarımda bana çok şey çağrıştırdığından olsa gerek içimden bir ses "keşke eski hali kalsaydı" deyip durdu. Tahinli ve bademli çörekleri kapıp Penguen Pastanesine gidip Bodrum Kalesi manzarasında kahvaltı ettik.



Akşam da son günlerde gazetelerde çok okuduğumuz Gümüşlükteki Mimoza restauranta gidelim dedik. Gümüşlüğün en dibinde yer alan mekan binbir gece masallarından çıkmış gibi geldi bana. Bunda çocukları evde bırakmanın payı ne kadar bilmiyorum. Işıklandırma,müzik ortam başka bir dünyaya geçmiş gibi hissettim. Birden başlayan yağmur karşısında servis elemanları bizi rahat ettirmek için çırpındılar. Ahtapot salatası, kızarmış kabak çiçeği içinde lor peyniri, karides. Deniz mahsüllerine çok uymasa da kırmızı şarap.Sonra yağmur durdu ve kahveleri deniz kıyısında içmemizi önerdiler.Düşünün kendiliklerinden önerdiler yeniden masa kirlenir servis bozulur demeden sadece müşteriyi memnun etmek için. Ev yapımı baklava yanında öyle bir kahve tepsisi geldi ki bunu mutlaka yaşamanız gerekir. Begonvil yaprakları, mumlarla bezeli tepsi içinde kahveler ve likör.Şarabı içtikten sonra fenerlerden süzülen ışığın gölgesinde yudumladığınız kahve, denizin sesi, hafiften gelen Fransızca şarkılar......



Burada fotoğraf çekmedik ama internet sitesindeki fotolar gerçeği yansıtıyor. Hani internetten görürsünüz sonra gittiğinizde hangi açıdan o fotoyu çekmişler de öyle görünmüş diye dövünürsünüz yok öyle bir durum. http://www.mimozagumusluk.com/

Kıyı Tarabya


Bu öğlen Tarabya Kıyı Restaurant'a gittik. İlk gidişimde bu kadar sevdiğim bir mekan hiç olmadı.Genellikle birkaç ziyaretten sonra kanım kaynar. Beyaz masa örtüleri, abartılı olmayan zerafet, şıklık ve temizlik duygusu, bir dediğinizi iki ettirmeyen çalışanlar. Genelde Boğazdaki balık lokantalarını pek sevmem, meze ne alırsınız, ara sıcak, balık hadi yiyin daha çok ödeyin hadi biran önce kalkın sohbet edemeyin tepenizde duralım, balığınızı kurutalım sizi kazıklayalım yaklaşımı. Bu yaklaşımın zerresi olmayan bir mekan Kıyı. Müthiş mezeler, taptaze balıklar, tam olması gerektiği gibi ızgara olan lüferler, kızartılan palamutlar. Duvarda Akdeniz ruhunu yansıtan resimler titizlikle çerçevelenip duvarlara asılmış. Hiçbir detay pas geçilmemiş, sadeliğin içindeki zerafeti, geçmişten gelen rafine zevkleri, duyumsayabileceğiniz mutlaka denenmesi gereken bir yer. Özellikle, güneşli bir sonbahar günü üst kata çıkıp Boğaz'ı izleyerek balık keyfi yapmanızı öneririm.

30 Ağustos 2009 Pazar

Le Pain Quotidien


Kanyonda en sevdiğim mekan, ahşap masa ve sandalyeler, huzurlu, ferah bir ortam, fransız stili sandviçler, müthiş bir domates çorbası, olağanüstü peynir, jambon tabakları.Tartlar, kurabiyeler, muffinler. Organik, tahıllı ekmekler, marmelatlar ve bulursanız mutlaka almanız gereken ekmeğe sürülen çikolatalar. Bizimkilerin favorisi: noisella ve noir. Kavanozların kapağını açın ve koklayın o müthiş Belçika çikolatasının baştan çıkarıcı kokusunu hissedin.Çıtır baget ekmekten büyükçe bir parça koparıp, kavanoza daldırın. Ne gam kalır ne kriz tüm hücreleriniz kakao taneciklerini bulan Azteklere teşekkür eder. Şarapla süper gidecek bir mönüsü olmasına rağmen niye şarap servis edilmediğini çok merak ediyorum. Eğer giderseniz, mutlaka domates çorbasını deneyin, salça katılmadan sadece domatesten yapılmış, hafif krema, kıtır ekmekle çok lezzetli. Zeytin ezmesi, pesto sos, süper lezzetli labne peyniri, kurutulmuş domates, parmesan, jambon ve kavundan oluşan Toscana tabağını da öneririm. Basit ama çok rafine lezzetler olduğunu göreceksiniz. Servis elemanlarının hepsi de güleryüzlü ve yardımsever. Her gittiğimde mutlu çıktığım ender mekanlardan. Anadolu yakasında da açılmasını bekliyorum.

Hamdi Lokantası





Üniversiteye gittiğimiz yıllardan kalan anılarla Eminönü’nin keşmekeşini, Kapalıçarşı’nın ve Mısır Çarşısı’nın tarihin derinliklerinden gelen atmosferini, kokusunu, gizemli havasını hep sevmişimdir. Bu kez de ailece haftasonu Mısır Çarşısını gezip Hamdi‘de bir öğle yemeği yiyelim dedik.
Başlangıçlarla karnımızı doyurmadan sadece birer fındık lahmacundan sonra kebaba geçtik. Mutlaka yenmesi gereken kebap bence fıstıklı kebap. Hiçbir masraftan kaçınılmadan içine konulan bol antep fıstığı ile yapılan urfa kebap kıvamındaki şişte pişirilen köfte kebabı. Yağı tam kıvamında konulmuş ve ocağın üzerinde kızardığında yanmadan alınmış ve sıcakken önünüze gelmiş. Ocaktan masaya gelene kadar sıcaklığını koruması için altına ve üzerine lavaş konulsa daha iyi olurdu.Yanındaki bulgur pilavı, soğan, maydonoz bir kebapta olması gerektiği gibiydi, ne fazla abartılı ne de özensiz. Bence kebaplar bu kategoride yemeklerdir : o kadar lezzetli yemeklerdir ki fazla lüks ortamlar , süs püs sevmezler. Hamdi Lokantası deyince aklıma gelen Yılmaz Erdoğan’ın Organize İşler filmindeki sahnedir. Müthiş bir İstanbul manzarası: masmavi deniz, vapurlar, martılar, Galata Kulesi, dörbir yandaki camiler ve olağanüstü lezzetteki kebaplar.
Böyle bir gezi yapın ve Hamdi Lokantasına gidin, sıra bekleseniz de, garsonlar çok güleryüzlü olmasa da, hesabın ucuz olmayacağını bilseniz de deneyin. Ben çok seviyorum, yaşadığımız şehri, geçmişimizi, kültürümüzü anımsatan bir deneyim. Belki siz de seversiniz.

21 Ağustos 2009 Cuma

J Burger (Jumbo)


Hamburger denince aklıma gelen tek adres eski adıyla Jumbo yeni adıyla Jburger. Cemil Topuzlu, Büyük Kulüp karşısı. Karamelize soğan, baharatlı hamburger köftesi, lezzetli hamburger ekmeği ve efsane mayoneziyle yaratılan harika lezzet…Mayonezi kendileri yapıyor, şekerli bir lezzeti ve klasik mayoneze benzemeyen yarı şeffaf, jölemsi bir görüntüsü var.Bu temel üzerine kurulan pekçok değişik burger var bu burgercide. Hafif sarmısaklı Şarkburger favorimdir, eğer çok açsam iki katlı burgerlere de bakarım: New York, California, Daytona…Tek katlılar 8, çift katlılar 16 tl. Evet ucuz değil ama yedikleriniz de fabrikasyon donuk köfteler değil. Ayrıca böyle nefis bir hamburgerle bira içebileceğiniz nezih bir ortam bulmak da hiç kolay değil. Biraz da ortamdan bahsedeyim, otomobil sporlarından aksesuarlar ve kupalarla süslü mekanda kurulu 5-6 adet ekranda spor, müzik kanalları gösteriliyor. Batılı havasını özentiye kaçmadan hissettiren sade ve konforlu bir mekan. Gelenler de gençler, gençken dadanıp sonra aile kuran orta yaşa yakın çocuklu aileler. Son gittiğimde yanlarındaki boyfriendlere uyup buraya gelmiş gibi bir havaları olan pek şıkırtılı genç kızlar da vardı. 1977 yılında kurulan ve büyüme hevesine kapılmadan kalitesini koruyup klasikleşen bu mekanı gerçekten kutluyorum, gitmediyseniz mutlaka deneyin.

18 Ağustos 2009 Salı

Cookshop Palladium AVM


Birkaç kez gittiğimiz Palladium Avmdeki Cookshop bizi hiç hayalkırıklığına uğratmadı. Servis elemanları güleryüzlü ve ilgili, zaten olması gereken bu ama genellikle küçük dağları ben yarattım , büyükleri zaten babam yaratmıştı havasında jöleli saçlı ve mandrake sakallı garsonlardan sonra böyle normal görünümlü ve sıcak servis elemanlarını görünce insan seviniyor. Bu demin anlattığım tipolojiye bir de kuaförde rastlayabiliyorsunuz . Neyse yemeğe dönersek, güzel ve yaratıcı mönüsü ve hoş sunumları var. Geçen gittiğimizde kızımın yediği risotto 1.sınıf restoranlarda yiyebileceğiniz gibi çok lezzetli, kıvamında pişmiş, lapa olmamış, sıcak tabakta servis edilen harika bir yemekti. Ayrıca keçi peynirli panzanella salatası, salatayı ruhsuz yeşil otların üzerine en ucuz plastik tadında peynir tavuk ya da eti koymak sanan işletmecilere örnek olarak gösterilecek müthiş bir salata. Pizzalar italyan stili ne çok ince ne çok kalın malzeme gerektiği kadar.Ugly bird, dışı çıtır içi sulu ızgara tavuk budu, makarnalar doyurucu ve lezzetli.Salatanın sosunu ayrı istediğinizde gelen limon suyu buzdolabından çıkıyor ve gerçek limondan sıkılmış beklememiş. (İnsan zamanla nelere seviniyor)
Başka bir blogda okuduğum bir yorumda internet sitelerinin olmaması eleştirilmiş, ayrıca New York daki aynı isimli restoranla konseptin aynı olduğu söylenmiş. Evet internet sitelerinin olmaması eksiklik ama yemekler lezzetli, özenli, servis güleryüzlü, fiyatlar rahatsız edici değil. Varsın internet siteleri olmayıversin, varsın biraz başka restoranlardan esinlenmiş olsunlar ben yediğime bakarım…

14 Ağustos 2009 Cuma

Gezmek, Gezmek, Gezmek


Gezmek bir hobi midir?

Kafa dağıtmak için mi gezilir?

Eşin, çocukların gönlü olsun diye mi gezilir?

Herkes geziyor diye mi gezilir?

Yoksa evde canımız sıkılıyor diye mi gezilir?

Bu sorulara hepimizin değişik yanıtları vardır mutlaka ama ben yanıtı Buket Uzuner’in Yolda isimli kitabının giriş sayfasında yer alan İbn-el Arabi’nin şu sözünde buldum: “ Varlığın kökeni harekettir.Hareketsizlik varlığın içinde yer almaz, çünkü varlık hareketsiz olamaz, olursa kaynağına yani hiçliğe döner.İşte bu yüzden dünyada ve ahirette yolculuk hiç bitmez.”

Gezerken orada daha önce yaşayan kişileri, ne aşklar ne savaşlar yaşandığını, onların ne özlemlerle ne anılarla oraları terk etmek zorunda kaldıklarını düşünüyorsak, oralılarla dost olup birlikte bir kadeh içki içiyorsak, ‘tekrar görüşürüz inşallah’ derken sesimiz titriyorsa bence gezmek budur. Ancak o zaman kalbimiz ve ruhumuz da bedenimizle birlikte gezmiş olur.Boş zamanımızı dolduran hobilerimiz hayatımızı da zenginleştirir.

7 Ağustos 2009 Cuma

L'entrecote de Paris(Kanyon) Fiyasko Fiyasko....



Dün akşam Kanyon'da ailece birlikte yemek üzere bir araya geldik.Şnitzel yemek konusunda gönlümüz her daim Cafe Wien'den yana olsa da kırmızı pötikareli örtülerin yarattığı ambians ve biraz da merak nedeniyle pek çok internet sitesinde adından övgüyle bahsedilen l'entrecote de Paris isimli restorana gittik. Her ne kadar pötikareli masa örtüleriyle hiç bağdaşmayan sandalyeler ve barın üzerinde asılı kokoş şıkırtılar ruhuma 'hadi kalkalım, hadi kalkalım' diye bağırsa da 40 küsur yaşında bir anne olarak sakin olmalıyım diye düşündüm. Şnitzel, tavuklu sezar salata ve T_bone sipariş verdik. Tavuklu sezar salatasında, onu sezar yapan sos yoktu, tavuklar günlerdir temizlenmemiş kokan ızgaranın tüm yanık koku ve tadını almıştı, yemeye olanak yoktu, beşinci sınıf bir atom salata ile yapılmıştı. Şnitzel Cafe Wien'de sunulanın üçtebiri kadardı ve çok sıradandı. Porsiyon fiyatı 40 TL olan T-bone çok lezzetsiz, kuru ve ızgaranın iğrenç kokusundan doğal olarak nasibini almıştı. Haksızlık etmeyelim patates kızartmaları güzeldi. Hesabı ödeme zamanı geldiğinde artık anarşist ruhum başkaldırdı ve servis yapan garsona bunun hayatımda yediğim en kötü yemek olduğunu (gerçekten öyle), ızgaranın pisliğinin bütün yemekleri etkilediğini ayrıca hepsinin çok özensiz olduğunu bu parayı haketmediklerini söyledim. İyi niyetli garsonumuz aşçının o gün izinli olduğunu, salatayı çıkaracaklarını ve kahve ikram etmeyi teklif etti. Onun kabahati yoktu tabii ki. Kabahat bizimdi, yeni yerler arayalım başkalarına da fırsat verelim demiştik.Sonrasında her zaman güleryüzle nefis pastalarını servis eden, Avusturya ruhunu hakkıyla temsil eden Cafe Wien de cafe melangelarımızı içtik. İçimden hala o aşçıyla tanışıp onu bayıltana kadar Cafe Fernando'nun internet sitesindeki tarife birebir uyarak defalarca tavuklu sezar salatası yaptırmak geliyor.

4 Ağustos 2009 Salı

Alaçatı Babylon



Alaçatı'daki üç günümüzü de Babylon plajında geçirdik. Henüz sıcak sezon olmadığından giriş ücreti olarak kişi başı 15 TL ödedik. İlerleyen günlerde giriş 20 TL ye çıkacaktı. 12 yaşından küçüklerden de ücret alınmıyor. Şezlonglar, minderler, kabinler, duşlar hepsi bir plajda olması gerektiği gibiydi. Duşlar ve kabinler ne iğrenilecek kadar pisti ne de bal dök yala durumu. Evet kabinlerin kilitleri çalışsaydı iyi olurdu, duşlar biraz daha temiz olsa daha iyi olurdu ama ne gam öyle muhteşem bir deniz ve kumsal var ki inanın eğer benim gibi deniz ve kum fanatiğiyseniz hiçbiri umurunuzda olmaz. Günün başlangıcında hafif hafif çalan müzik, ilerleyen saatlerde güneşin alçalmasıyla inatlaşırcasına sesini yükseltiyor.İçilen mojitolar etkisini gösteriyor ve barda dans edenler artıyor. Barda sesi yüksek olan müzik, plajda ise sadece daha duyulur oluyor hiç rahatsız edici değil. Biz ailece bu plajı sevdik, minderlerde yayıldık, sığ ve kum denizde bol bol yüzüp, voleybol oynadık, öğlen yemeğimizi orada yedik.Böyle tiki bir plajın menüsünde karpuz peynir olmasını, zeytinyağlı yaprak sarmanın ılık ılık servis edilmesini çok takdir ettik. Bir de konsere katılıp, mehtapta avaz avaz şarkı söylemek vardı ama bir onu yapamadık, umarım seneye o da olur.

28 Temmuz 2009 Salı

Balıkçı Sabahattin


Sultanahmette kalan Amerika’lı konuğumuzu ağırlamak için seçtiğimiz yer: Balıkçı Sabahattin. Ahırkapının dar sokaklarında, eski Türk filmlerindeki çay bahçelerini anımsatan renkli ampüllerle süslenmiş, beyaz masa örtülü sıcak bir lokanta. Siyah beyaz, tekir, sarman kediler ayaklarımızın dibinde dolanıyor..

Mezeler yavaş yavaş geliyor.Deniz börülcesi, fava, közlenmiş patlıcan, beyaz peynir, yoğurtlu semizotu.”Tamam biraz ağırdan” diyoruz tamam hiç ısrar yok.Klasik balık lokantası usulü sürekli gelip yok ara sıcak yok balık diyip insanın canını sıkan garsonlar burada yok. Ne zaman arasanız varlar ama aramazsanız da sizi hiç rahatsız etmiyorlar.Ara sıcak çok istemediğimizi söyleyip sadece çocuklar için kalamar tava ve karides güveç söylüyoruz.Porsiyonlar tadımlık değil doyumluk geliyor ve çok lezzetli.Yabancı konuğumuz ızgara balık istiyor.Deniz levreği ve uskumru paylaşacağız.Kıvamında pişmiş, derisi çıtır, içi sulu soğumadan sofraya ulaşmış leziz balıklar.Tatlı, meyva ikramımız diyorlar biz patlamak üzereyken.Gelen dondurmalı irmik helvası Mehmet Yaşin’in tabiriyle damak çatlatan cinsten.Güzel bir yaz gecesinde Ahırkapı’nın tarihi atmosferinde bu nefis lezzetlerle olağanüstü zaman geçiriyoruz.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Bay Nihat-Cunda Adası


(Taş Kahve - Cunda)

Çok açız, bütün gün yüzdük, voleybol oynadık, denize daldık daldık çıktık, sonunda Bay Nihat’dayız. Rejimi falan unutup yiyip içeceğiz.Kızımızın vazgeçilmez seçimi semizotu salatası, girit mezesi, patates köftesi ve karışık salata… Sıradan mezeler gibi görünse de lezzetleri kullanılan zeytinyağından ve gösterilen özenden dolayı olağanüstüydü.Izgara deniz levreği kurutulmadan pişirilmiş, içi sulu, derisi çıtır bir haldeydi.İstanbuldakilere bunun nasıl pişirileceğini öğretmek gerekiyor. Derisi yanmış içi kupkuru balıklar önüme geldiğinde hakarete uğramışım gibi hissediyorum.Diğer deniz ürünlerine gelirsek ahtapot, karides, ve küçük kabuklulara; biraz değişik lezzetler denemek istemişler, güzel de olmuş sanırım ama ben deniz mahsüllerinde basitlikten yanayım.Tuz, limon ve z.yağı yeterli, kaşar peyniri, soya sosu gibi eklemeler pek hoşuma gitmiyor.Denizlerimizdeki balıklar da kabuklularda o kadar lezzetli ki bence simple is the best. Favori ahçım Jamie Oliver’ın da İtalya gezisinde İtalyanlarla en büyük anlaşmazlığıydı: Deniz ürünlerini soslayıp allayıp pullayalım mı yoksa basitçe z.yağı, limon ve tuz yeterli mi? Akdenizlilere kabul ettiremedi soslarını İngiliz Jamie. Ben de kabul edemedim, Akdeniz ruhu basitlikten yanadır…
Her neyse lor tatlısı ve sakızlı dondurma ile biten yemek gerçek bir şölendi.

Ortunç Otel Cunda


Ortunç’a ilk kez 12 yıl önce sezon dışı bir zamanda gelmiştik.Bakir doğası ve biraz ilkel şartları vardı şimdi ise cennetten bir parça.Plaj, isteyene çim, isteyene kum sunuyor. Duşlar, çocuk parkı tüm gereksinimler elinizin altında.Sadece bir gece kalacağız, keşke daha uzun kalsaymışız diye hissettik. Odaların önündeki küçük balkonlar asmalarla gölgelendirilmiş, üzümler sarkıyor.Bahçede incir ağaçları gölgelerinde oturmanızı bekliyor. Gece müthiş bir dolunay var.Ortunç koyunda yıldızlar ışıl ışıl ve ay denize düşüyor zeytin ağaçlarının altında, ne muhteşem bir coğrafyada yaşadığımızın bir kez daha ayırdına varıyoruz.. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel dolunay manzarasıydı.
Otel yenilenecekmiş, tek katlı odalar yıkılıp, iki katlı bir tesis kurulacakmış.Sonuçta, kar amaçlı bir işletme, asmalar,üzümler gidecek.Biraz üzüldük ama aynı ruhu taşıyan daha konforlu bir işletme olacağına inanıyorum.Kar amacı güderken,Ortunç umarım ruhunu kaybetmez.

17 Temmuz 2009 Cuma

Veli Usta'nın Yeri-Ayvalık



















İlk durağımız olan Ayvalık Ortunç Otel'e varmadan önce midemizin zillerinin çalmaya başladığını farkedip kendimizi Ayvalık Çarşısına attık. Esnaf bizi Veli Usta'nın Yeri'ne yönlendirdi. Küçük bir dükkan, z.yağlı yemekler yapıyor, girsek mi diye düşünürken kapısında lokantayla ilgili basında çıkan haberleri görüyoruz. Tamamdır, oturuyoruz. Siparişimiz, kabak çiçeği dolması, bamya, taze fasulye, izmir köfte, pilav ve cacıktan oluşuyor. Dört kişi olduğumuzu söylemeliyim. Klasik Ege usülü olarak z.yağlı yemekler de sıcak servis ediliyor ki bu bizim de favorimiz. Taze fasulye hafif kılçıklı olsa da diğer yemekler çok lezzetliydi.Özellikle kabak çiçeği dolması olağanüstüydü.Yemeğin üstüne yediğimiz lor tatlısı lorun o güzel süt kokusunu içeren hem hafif hem şerbetli bir tatlı. Yolunuz Ayvalığa düşerse mutlaka yiyin.