10 Ağustos 2013 Cumartesi

Kocadon Restaurant

Bodrum'da uzun bir tatilin son günlerinde bir dostumuzun "mutlaka gitmelisiniz" önerisiyle gittiğimiz Kocadon Restaurant'dan sözetmek istiyorum. Bodrum'da yemek için öncelikli tercihler doğal olarak deniz kenarındaki balık lokantaları oluyor. Bodrum Marina'ya giderken sağda kalan Kocadon ise hem deniz görmemesi hem de Bodrum'un tüm sıcağını iliklerinizde hissedebileceğiniz bir konumda olması nedeniyle belki öncelikli seçenekler arasında yer almıyor.

Tam kadro uzun tatil yapıldığında yani anne-baba-çocuklar kaçınılmaz olarak gelen bazı gerilimli günler vardır. Biz de öyle bir günde gittik Kocadon'a. Harika bir taş evin bahçesi, avlusu. Güneş almadığı için beklendiği gibi sıcak değil. Bembeyaz örtüler, masalar aralıklı çok şık çok seçkin. Bitez dondurmacısından yeni çıktığımızdan ağzımızın kenarlarındaki mandalinalı dondurma kalıntılarını temizledik mi, ayağıma keşke flipflop değil de bir sandalet mi giyseydim duygularıyla masamıza geçiyoruz. Zeytinyağlı büfesine bakalım diyor garsonumuz. Harika bir büfe, tanıdık zeytinyağlılara yeni yorumlar katılmış, ve pek rastlamadığımız zeytinyağlılar. İstediklerinizden istediğiniz kadar alıp karışık bir tabak yapıyorsunuz. Sonrasında balık söyledik, ızgara lagos. Akdeniz balıklarıyla aram çok iyi değildir, palamut, lüfer, istavrit, tekir beni mutlu eder. Garsonumuz hiç pişman olmayacağımızı harika pişeceğini çok lezzetli olacağını söyledi. Fiyatta birşeyler deyince bir asilzade edasıyla fiyatlarımız değişmez efendim dedi. Lagos gerçekten muhteşemdi, fazla pişmemiş içi sulu, yanık olmayan harika bir ızgara lezzetiyle mideye indirdik. Harika yemeklerle tüm gerginlik geride kaldı.

Tatlı mutlaka denemelisiniz dediler, satsumalı sorbe ferah ve lezzetliydi. Yemekler beklentilerimi o kadar yükseltti ki tatlı da biraz hayal kırıklığına uğradım galiba.

Özel bir yer çok farklı, kaliteli dolayısıyla da pahalı. Sıradan yerlerin bile pahalı olduğu Bodrum'da çok seçkin ve özgün bir mekan.

Dean&Deluca

Bu mağazaya ilk ziyaretimizi New York'da yapmıştık. Aşırı sıcak ve nemli bir havada tesadüfen kendimizi içeri atıp klimasından yararlanıp soğuk birşeyler içtiğimizi anımsıyorum. İstediklerinizi satın alıp metal büyük masalarda yiyip içebiliyordunuz. Kanyon'da açıldığını duyunca New York'ta hakkını veremediğimiz Dean& Deluca'yı ülkemizde bir deneyelim dedik.

Oldukça büyük bir alanda ahşap masa ve sandalyelerde hizmet veriliyor. Restaurant bölümü self servis değil masada hizmet alıyorsunuz. Menüye ilk baktığımda lüks görünümü olmayan bu cafe-restaurant arası yer için fiyatlar pahalı geldi ama paylaşımlı olarak yer, deneriz dedik. Panzanella-ekmek salatası ile somon ızgara denemek istedik. Panzanella oldukça basit ürünlerden yapılan ürünlerin kalitesine göre olağanüstü lezzetli olabileceği gibi plastik tadında da olabilecek bence Akdeniz kültürü için kutsal bir salatadır. İlk görüşte çok olumlu izlenim almadığım bu restaurantda panzenallayı yemeği başladığımda bütün duygularım değişti. Farklı birkaç çeşit çok lezzetli domates, gerçek mozerallanın yumuşak ve süt tadındaki lezzeti, ekşi mayalı ekmeğin gerçek balzamik sirke ve zeytinyağını içine çekmesiyle gelen nefaset. Eğer bu lezzetler sizin için de önemliyse bu salatayı deneyin. Basitliğin zaferidir bu ekmek salatası. Evde de kolayca yapabilirsiniz, sadece kullandığınız ürünler lezzetli olmalı.
Izgara somon'a gelince, hem Jamie Oliver'in hem de Gordon Ramsay'in programlarında defalarca seyrettiğim artık nelere dikkat edilmesi gerektiğini ezberlediğim ızgara somon kurallarının tamamına uyulmuştu. Derili tarafı çıtır çıtır, dışı güzelce pişmiş,içi ise pişmiş ama daha pembe ve sulu kalması başarılmıştı. Izgara somon da çok basit bir yemek gibi görünmesine karşın deneyim ve teknik gerektiren hakkıyla yapıldığında çok lezzetli bir yemektir. Yanında siyah pirinçle servis edilmişti.

Yediklerimizden çok memnun kaldık, balzamik sirkeyi evde de ekmek salatası yapmak üzere satın aldık. Yüksek kaliteli ürün kullanmak yemeğin başarısı için olmazsa olmaz. Bunun bilincine varmış olan Dean& Deluca'yı sanırım sık sık ziyaret edeceğiz.

3 Şubat 2012 Cuma

Çiya Kadıköy


Bir çok yeri yazdım ama en sık gittiğimiz favori yerimiz Çiya'yı yazmadım. Uzun zamandır gidiyoruz, ilk başlarda yöresel yemeklerin yapıldığı esnaf lokantası havasındaydı. Ama içeri bir kez girip o yemeklerin tadına baktığınızda hele de güneydoğunun biraz yağlı biraz acılı bol baharatlı lezzetlerinden hoşlanıyorsanız bağımlısı olmaktan kaçınmanız mümkün değil. Çiya da zamanla biraz değişti yağ ve baharat miktarı şehirlilere göre ayarlandı ama lezzet hep aynı kaldı. Lüks bir yer değil ama temiz, özenli ve kendini sürekli geliştiren bir mekan. Aynı sokakta şubeleri var, biz her zaman eski olanı tercih ediyoruz. Analı kızlı, sarmısak aşı, keledoş favorilerimden. Salata büfesi, kebaplar, etsiz sebze yemekleri, çorbalar ve tuzu ve yağı dengeli süper döneri. Tercih yapmakta çok zorlanacağınız ne müthiş bir yeme kültürümüz varmış diye hayretten hayrete düşeceğiniz müthiş bir zenginlik Çiya Sofrası. Güneydoğu yemekleri biraz ağırdır mideme dokunur diye düşünmeden rahatça gidebileceğiniz bir yer ne bir ağırlık ne bir hararet hisetmeyecek neredeyse ilaç gibi olan çeşitli Anadolu otlarıyla yapılan müthiş lezzetlerden çok memnun kalacaksınız. Zagat, Lonely Planet, NY Times da da adı geçen bu mekan artık turistlerle de dolup taşıyor.Evimiz gibi gördüğümüz, bizi bu müthiş lezzetlerle tanıştıran Çiya Sofrası'nın kurucusu Musa Bey'e çok teşekkürler.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Büyük Beklentiler: Zuma

Bir süredir "şöyle özel bir gün olsa da denesek" dediğimiz Zuma'ya kızımızın 'hepsi beş' takdirlik karne aldığı karne günü öğle yemeğine gittik. Kendisi uzak doğu yemeklerini pek beğenir.Mekan gayet sakindi cam kenarı bir masaya oturduk. Kibirli, 'ay siz buranın usullerini bilmiyor musunuz yoksa' havalı garsonlar servis yapıyor. Eh şehrin en populer yerlerinden biri, üstelik Londra Zuma ile ilgili her yerde methiyeler var olur bu kadar hava deyip sustuk. Bir takım havalı isimleri olan ama özünde kızarmış kalamar, karides pane, brokoli salatası, noodle ve susamlı baharatlı bonfileden oluşan yemekleri paylaştık. Susamlı baharatlı bonfile çok lezzetliydi, diğerleri de vasat. Bir de lychee martini denedim güzeldi. Ben bu Japon yemeklerinden anlamıyor olabilirim iddia etmiyorum. Eşim cuma öğlenleri şefler daha gelmemiştir, yardımcıları yemek yapıyordur dedi. Daha fazla yorum da yapmak istemiyorum çünkü düşündüğümde hepsinin birbirinden daha kötü olduğunu görüyorum. Kendimi daha fazla üzmemek için ne kadar hesap ödedik diye sormadım ama pahalı bir yer hem de çok.

19 Ocak 2012 Perşembe

Kaplan Dağı Tire



İzmir' e gittiğimizde bir de Kaplan Dağı'na gidip yemek yiyelim dedik. Haftasonu rezervasyon yaptıralım belki kalabalık olur deyip aradık. Sakın gelmeyin çok doluyuz zaten çok rezervasyonumuz var yanıtını alınca gitme isteğimiz daha da pekişti ve yollara düştük. Ne olur ne olmaz deyip Tire'nin içinde önce Tire köftesi'nin tadına baktık, bakmasanız da olur ya da biz doğru yeri bulamadık bilmiyorum. Kaplan Dağı'na vardık. Yer yoksa bile manzara yeter dedirtecek bir manzarası var. Sonbaharın renkleri, güneşin sararmış kızarmış yapraklarla yaptığı oyunlar sizi sizden alıyor. Neyse iyi ki gitmişiz bizi oturtacak bir masa buldular, önce Ege otları, zeytinyağlı dolmalar derken zaten köfte de yemiştik eh tam artık yeterli derken sevimli garsonumuz keşkek yemeğimiz çok ünlüdür dedi. Yapımı çok zor, iyi malzeme ve bol emekle muhteşem olan bir düğün yemeğidir. Haydi bir deneyelim dedik, tok karnına bile kendini ayıla bayıla yedirten hakkıyla yapılmış muhteşem bir keşkekti. Üzerindeki kızdırılmış tereyağına kızarmış ekşi mayalı ekmeğinizi banarken rejim, diyet, kolesterol sözcükleri tüm anlamını yitiriyor ve o anı yaşıyorsunuz.
Evet bir de tatlı faslı var bu Kaplan Dağı'nın. Favorim lor peynirinin üzerine konulan karadut ya da vişne reçeli. Lor peyniri çok taze ve hafif, biraz tatlımsı üzerine konulan gerçek meyvalardan yapılan sosla müthiş oluyor.

Gaziantep





Bir hafta sonu sadece ve sadece kebap yemek amacıyla Adana-Antep turu yaptık. Doğrusu insanın kulağına biraz şımarıklık gibi geliyor ki aslında bana da ilk anda öyle gelmişti ama biriken miller eski arkadaşları görme ve lezzetli kebaplar yeme isteğiyle ailece kalkıp gittik. Öğle yemeğini İmam Çağdaş'ta yedik. Nereden başlayım bilemiyorum tarihçesine internetten bakarsınız zaten. Bakır kaplardan kaşıkla içilen ayran, hafif sarmısaklı bol yeşillikli lahmacun, tadımlık gelen kebaplar ve efsanevi ali nazik. Çok ama çok lezzetli, gittiğinize değer, hiç değilse bir kez gidip o muhteşem lezzetlerden tatmak gerek. Baklava tepsileri hem lezzet olarak hem de görsel olarak gerçekten sanat eseri özeninde hazırlanmıştı. Son zamanlarda yediğim en lezzetli yemekti.
Oradan çıkıp Uzun Çarşı da gezmeye başladık. Bakırcılar-Demirciler çarşısında bugünden kopup geçmiş yaşam biçimlerinin içinde kaybolduk. Tahmis kahvesine vardık. 1640lardan kalma iki katlı bir bina iki yıldır tadilattaymış. Tadilat orijinaline sadık kalınarak yapılmış ve detaylara çok özen gösterilmiş. Girer girmez tavla oynayan yaşlı amcaları görüp günlük kaygılarla ilgili konuşmaları duyuyorsunuz. Hem turistlerin hem de yerli halkın sevdiği bir mekan. Menengiç kahvesi favori içecek. Klasik Türk kahvesini daha çok seviyorum ama bu kahveyi de denemeden olmaz. Dışarı çıkıp biraz daha geziniyoruz, sokak boyunca zeytinciler var ham zeytini istediğiniz miktarda basit bir kırma makinasıyla kırarak veriyorlar. Çatılarda güvercinler, sanırım pek çok güvercin besleyen ve eğiten kişiler var. Çok bozulmamış bir tarihi doku ve olağanüstü lezzetlerin içinde kaybolabileceğiniz yerler; hele de dörtbir tarafınızın kuleler ve alışveriş merkezleriyle sarıldığı bir şehirde yaşıyorsanız.
Artık Adana'ya dönelim derken eşim sizi ille de bir yere daha götüreceğim dedi. Şehrin yeni yerleşim bölgelerinden geçerek Küşnemeci Halil Usta'nın yerine ulaştık, oldukça salaş bir yer ama duvardaki fotoğraflardan da anlıyorsunuz buraya gelmeyen kalmamış. Öğleden sonra geldiğimizden tabii ki küşneme kalmamıştı, klasik kebap yedik ama yanında öyle bir salata vardı ki kebap falan hikaye. Bütün sır Antep'in baharatlarındaymış. Nar ekşisi, sumak, kırmızı biber. Büyük şehir marketlerinden, aktarlarından aldıklarınızla o lezzet olmuyor boşuna uğraşmayın.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Müzede Changa


Lokanta Maya ve Mikla'nın ardından rafine lezzetler üçlemesini Müzede Changa ile bitirmek istedim. Sabancı Müzesindeki birbirinden değerli sergilerden birini gezdikten sonra ister birşeyler içmek ister yemek yemek için uğranması gereken yer burasıdır. Çok abartmadan dikkatli seçimler yaparsanız hem lezzetli şeyler deneyip hem de bütçenizi çok sarsmadan ayrılabilirsiniz. Burada da başlangıçta gelen zeytinyağlı lor peyniri ve kızarmış ekşi mayalı ekmeğe bayılıyorum. Kızarmış lorlu kabak çiçekleri, zeytinyağlı rezene ve fava favorim. Dana dil pane (insan bir an duruyor biliyorum ama muhteşem bir lezzet) karanfilli köfte ana yemek alternatiflerinden.Tatlıları seçmesi çok zor karadut şuruplu lor peyniri damak zevkime uygun ve çok hafif.

Müthiş bir terası ve ulu ağaçların arasından görünen mükemmel bir boğaz manzarası var. Ne zaman oraya gitsem sanki o köşkte o bahçede yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Dünyanın belki de en güzel şehrinde, Boğazın en güzel köşelerinden birinde. (Bu kez fotoğraf internetten.)