4 Ağustos 2011 Perşembe

Müzede Changa


Lokanta Maya ve Mikla'nın ardından rafine lezzetler üçlemesini Müzede Changa ile bitirmek istedim. Sabancı Müzesindeki birbirinden değerli sergilerden birini gezdikten sonra ister birşeyler içmek ister yemek yemek için uğranması gereken yer burasıdır. Çok abartmadan dikkatli seçimler yaparsanız hem lezzetli şeyler deneyip hem de bütçenizi çok sarsmadan ayrılabilirsiniz. Burada da başlangıçta gelen zeytinyağlı lor peyniri ve kızarmış ekşi mayalı ekmeğe bayılıyorum. Kızarmış lorlu kabak çiçekleri, zeytinyağlı rezene ve fava favorim. Dana dil pane (insan bir an duruyor biliyorum ama muhteşem bir lezzet) karanfilli köfte ana yemek alternatiflerinden.Tatlıları seçmesi çok zor karadut şuruplu lor peyniri damak zevkime uygun ve çok hafif.

Müthiş bir terası ve ulu ağaçların arasından görünen mükemmel bir boğaz manzarası var. Ne zaman oraya gitsem sanki o köşkte o bahçede yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Dünyanın belki de en güzel şehrinde, Boğazın en güzel köşelerinden birinde. (Bu kez fotoğraf internetten.)

Mikla



Caz Festivalinin açılış günü Beyoğlu'na gidelim hem festivalin açılış çoşkusuna katılalım hem sokak konserlerini biraz dinleyip İstanbul'da yaşadığımızı anlayalım dedik. Tramvayla tünele kadar gidip birkaç konsere takıldıktan sonra artık on sekiz yıl önce festivale ilk gittiğimiz günler kadar genç ve dayanıklı olmadığımızı idrak edip The Marmara Pera'nın terasındaki Mikla'da bir içki içip dinlenelim dedik. İçki bahane nasıl nefes kesen bir manzaradır o. Marmara Denizinden Haliçe tüm ayrıntısıyla İstanbul. Galata Kulesi , Topkapı Sarayı , boğaz vapurları balıkçı tekneleri, Haliç. Nefes kesen manzara tanımını mecaz değil gerçek anlamda kullandım, bir akşamüstü çıkın ve deneyin birşey içmek de şart değil, terası hiç değilse bir dolaşın. Lavanta çiçeklerinin kokusu içinize dolarken güneşi batırın gerçekten çok romantik.

Tüm bu ortamın etkisiyle battı balık deyip yemeği de aşağıda Mikla'da yiyelim dedik. Aslında manzara ve içkinin yanındaki kuruyemiş ve meyvalarla oldukça doymuştuk. Dereotlu deniz levreği ve 24 saat pişmiş kuzu eti yedik. Deniz levreği de güzeldi ama kırmızı et seven biriyseniz o kuzuyu yedikten sonra içinizde bir halay çekme duygusunun uyanacağına garanti veririm . Hem etin lezzeti hem de pişirilme şekli birbirine bu kadar uygun olabilir. Fiyatlar kesinlikle pahalı hergün gidilecek bir yer değil ama bir kutlama yemeği için porsiyonun büyüklüğü değil de lezzeti ve kalitesi önemliyse denemeye değer. Terası ise yaz bitmeden mutlaka deneyin zaten biliyorsanız bir kez daha gidin. Ayrıca fotoğrafları o gün terastan çektim yazdıklarımı desteklesin diye.

Lokanta Maya



Radikal Gazetesi'nde yemek yazıları yazan Didem Şenol'un açtığı Lokanta Maya'yı uzun zamandır merak ediyordum. Temmuz ayı başında bir öğlen yolumuz Karaköy'e düştüğünde fırsat bu fırsattır deyip hemen içeri girdik. Bir anda Karaköy'ün keşmekeşi bitti ve bambaşka bir dünyaya girdik. İçinde baharatların bulunduğu camlı dolabı geçip ahşap masalardan birine kurulduk. Sade hiç gösterişi olmayan ama bir o kadar da rafine bir zevkle dekore edilen lokantanın menüsü de aynı felsefeyi yansıtıyor. Zincir kafelere gittiğimizde ansiklopedi kıvamında verilen menülerde kafam karışıyor kolay kolay ne yiyeceğime karar veremiyorum. Oysa bu tek sayfalık menüyle işiniz çok kolay. Yemekleri seçerken yöresel bir küflü peynir ve kızarmış ekmek getirdiler. Küflü peynirleri çok severim ama aynı zamanda da çok yağlı ve ağır kokulu bulurum. Bu peynir olağanüstüydü. Arkasından karamelize soğanlı ılık keçi peyniri yedik. Üstü kavrulmuş bademlerle doluydu. Biraz badem az peynir bolca karamelize soğan yanında ekşi mayalı kızarmış ekmek. Eğer tatlı tuzlu lezzetleri birlikte seviyorsanız bayılacaksınız. Kırmızı soğanlı ızgara ahtapot da kızımızın favorisi oldu. Bir de ızgara köfte paylaşalım dedik. Köftede kullanılan etin lezzeti elde kesilmiş patates kızartmalarının nefaseti müthişti. Suyu cam sürahide servis yapıyorlar ki bu benim çok önem verdiğim bir özelliktir. Çok lüks yerlerde bile ya pet şişeyi olduğu gibi getirirler ya da ayıp olmasın diye hasırların içine koyarlar oysa camda soğumuş suyun lezzeti başkadır. Biraz loş bir havası olduğundan belki yaz günlerinin değil ama sonbahar ve kış günlerinin favorilerinden olabilir.

Özetle sadeliğin içinde çok rafine bir ortam ve inanılmaz lezzetler bulacağınız Lokanta Maya'yı mutlaka deneyin.

2 Mart 2011 Çarşamba

King's Speech ve Düşündürdükleri


Bir filme gittikten sonra mutlaka film eleştirilerini okumak isterim üstelik yabancı filmlerde sadece Türk eleştirmenlerinkiyle kalmam bildiğim yabancı gazetelerdeki eleştirileri de yabancı dilim yettiğince okumaya çalışırım. Bu filmde de aynını yaptım, önce filme gittim ve senaryoyu, oyuncu seçimini, işlenişini, çekimleri çok beğendim. Filmin sonunda sanki bir gerilim izlermiş gibi Kral 6.George 'un kekelemeden konuşmasını kalbim çarparak izledim. Colin Firth'ü Bridget Jones filmlerinden Mama Mia'dan tanıyordum ama filmde onun Colin Firth olduğunu tamamen unuttum o artık o kadar, psikolojik sorunları olan kendine güveni eksik kekeme Kral 6.George olmuştu ki.. Büyük aktör olmak böyle bir şey her rolde farklı bir karakteri canladırabilmek.

Tarihsel süreç içinde psikolojik sorunların irdelenmesi, azmin zaferi, İngiliz sineması, İngiliz kraliyet ailesi hepsi ayrı ayrı çok ilgimi çeken konular. Bu nedenle filmi sevmem çok doğal, yargılarımda da çok objektif olacağımı sanmıyorum. Filmde asıl vurgulanan saray kurallarına göre yetiştirilmiş, biraz çocukluk travmalarından biraz da kendi yapısından kaynaklanan nedenlerle güven problemi olan, aslında oldukça bilgili ve duyarlı olmasına karşın kekemeliğinden dolayı kendini ifade edemeyen Bertie'nin Kral 6. George olurken yaşadıkları. Yönetmenin esas vurgulamak istediğinin bu süreç olduğu çok açık bu nedenle 'tarih tam böyle değildi aslında Başbakan şöyle değil de böyle yapmıştı' gibi eleştirileri haklı bulmuyorum.Bu film bir belgesel değil yönetmen istediği ayrıntıya önem verebilir diye düşünüyorum. Bu konuda bir örnek de Türk Sinemasında gördüm. Av Mevsimi. Polisiye kurgusu nedeniyle çok eleştirildi, yönetmen ise ben polisiye örgünün değil karakter analizlerinin altını çizdim dedi. Bence yönetmen bunu yapmakta özgür, asıl altını çizmek istediği noktaya yoğunlaşmak onun hakkı.


Akademi azmin zaferi ile ilgili filmleri seviyor, ben de ; bu yüzden bu bayıldığım filmin Oscarları toplamasına çok sevindim.

www.beyazperde.com/sinekritikdetay.asp?id=2367
(bu eleştiriyi de özellikle okumanızı öneririm, çok sevdim)

22 Şubat 2011 Salı

Tatbak Nişantaşı



Bu müthiş yerle kızım sayesinde tanıştık. Bir sağlık sorunu nedeniyle Nişantaşı civarında olduğumuz bir gün amcasının Tatbak'la tanıştırdığı lahmacun fanatiği kızım orayı öve öve bitiremedi. Ezogelin çorbası kemik suyuyla yapılmışmış, lahmacun nasıl çıtırmış limonu sıkıp sumağı döküp maydonozla sarınca nasıl bir lezzet oluyormuş, kebaplar ve sonrasında ılık servis edilen kadayıf nasıl mükemmelmiş. Günler geçti çok üzerinde durmadık ama o yediği lezzetleri unutmadı, bizi çeke çeke götürdü.

Çocukluğumuzdaki kebapçılar gibi temiz, lezzetli, abartıdan uzak bir mekan. İlk izlenim 'bu çocuk da burada ne beğendi ki sokak arası bir kebapçı işte' oldu. Sonra ezogelin çorba lahmacun ve adana kebap gibi klasikleri yedikçe ne müthiş bir hazine ile karşılaştığımızı anladık. Öldürücü darbe ise şerbetinde limonun ekşiliğini hissettiğiniz ılık servis edilen kadayıf.

Sadece civar çalışanları yemeğe gelmiyor, Tatbakla tanışıklıkları çocukluklarına dayanan, evde yemek pişirmeyip bir lahmacunla midesine bayram ettirmek isteyen semt sakinleri de buranın müdavimlerinden.

Nişantaşında sosyetik kafelerden sıkıldığınız bir gün mutlaka deneyin.Unutmayın ki bir farkı olmasa oniki yaşındaki bir kız çocuğu pizza, hamburger yerine burayı tercih etmezdi.
www.tatbak.com

18 Şubat 2011 Cuma

Cibalıkapı Balıkçısı Moda



Uzun zamandır gittiğimiz, balık lokantası, şehirli meyhane karışımı mekan dışarıda yemek dediğimizde listemin her zaman ilk beşinde yer alır. İnternet sitelerinde kendilerini 'eski meyhane kültürüyle günümüz arasında bir köprü, bir müdavim mekanı' olarak tanımlamışlar.

Gittiğinizde kesinlikle bu duyguyu alıyorsunuz, eski meyhane kültürüyle, yavaş yavaş gelen birbirinden lezzetli mezeler sizi patlayana kadar doyurmadan balığa yer bırakıyor. Klasik balıkçılarda olan, hesabı şişirmek kaygısıyla sürekli ara soğuk ara sıcak diye sohbeti bölen garsonlar kesinlikle yok. Siz birşey isterseniz diye göz temasını kesmiyorlar ama azar azar yemenin sohbetin öncelikli olduğunun bilinci herkese yerleşmiş.

'Orayı niye bu kadar seviyorum' diye kendime sorduğumda aklıma ilk gelen girit mezesi, kızarmış ekmek, zeytinyağında yüzen kırık zeytinler ve çeşitli otlar. Lezzet, temizlik, estetik hepsi tam kıvamında. Çalan müzikler hem çeşit hem yükseklik olarak bu kadar mı iyi ayarlanır..Hem sohbet edip hem de o derinden gelen müziği duyabiliyorsunuz, hiçbiri diğerinin önüne geçmiyor. Ayrıca bana göre iki önemli konu daha var: ilki yavru balık satmama kampanyasına destek veriyorlar, ikincisi de günlük balık fiyatları tahtada yazıyor.
Izgara ahtapot, parmesanlı midye denenmesi gerekenlerden. Tekir tava , hamsi ızgara tam kıvamında pişiyor, hayal kırıklığına yer yok. Tatlı tahin pekmezli dondurmalı hoş bir karışım. Kahvenin yanında gelen mandalina likörü kendi yapımları.

Seçimlerinize uygunsa kesinlikle deneyin, kızarmış ekmeğinizle girit mezesinden bir çatal alın, müziğe kendinizi bırakın gerisi size kalmış.
www.cibalikapibalikcisi.com

14 Şubat 2011 Pazartesi

The Rafine Ankara




Çocukların yarıyıl tatili nedeniyle Ankara'ya gittiğimizde yeni açılan, kısa zamanda da adını duyuran Rafine'yi denemeye karar verdik. En popüler mekanların yeraldığı Gazismanpaşa'da İran caddesi üzerinde gerçekten çok şık bir yer. Biz üç katlı mekanın giriş katında yemek yedik. Ankara'daki büyükelçilik çalışanları, resmi kurum yöneticileri, özel günlerini kutlamak için gelenler özetle şık ve seçkin insanlar göze çarpıyordu.


Başlangıç olarak ısırgan otlu börek ve deniz börülceli fava söyledik. Ana yemekler gelmeden ağzımızın tadı değişsin diye satsumalı sorbe ikram ettiler hem çok lezzetliydi hem de mekanın adı gibi rafine bir jest oldu. Ana yemek olarak da tandır ve keşkek ile fırında ördek yedik. Sunumları şık, porsiyonları doyurucu olan yemekler oldukça lezzetliydi de. Ama bu mekanın bende uyandırdığı temel duygu sizi çok özel hissettirmesi. Servis yapan elemanların özeni, yemek önerileri, hem resmi hem samimi olmayı başarmaları. Özel bir yerde alışveriş yaptığınızda öyle iyi ilgi görürsünüz ki aldığınız üründen çok o alışverişte size gösterilen özendir aklınızda kalan. Kahveniz ısmarlanır, çikolata ikram edilir, kendinizi çok ama çok iyi hissedersiniz. Ben de öyle hissettim Rafine'de.


Tatlı olarak kestaneli baklava ve sufle denedik oldukça başarılıydı. Ucuz bir yer değil ama kolay kolay bulunmayacak kadar şık ve özenli bir yer. Kesinlikle denemeye değer. http://www.therafine.com/




Kudeta Çin Çin Çin




12 Yaşındaki kızım Çin mutfağına bayılıyor, özellikle de suşiye. Pekçoğumuz için suşi tereddütle denediğimiz, ülkemize son on yılda gelen bir uzakdoğu lezzeti. Kızımın onikinci yaş doğumgünü nedeniyle kutlama yeri olarak daha önce de deneyip bayıldığımız Zekeriyaköy'deki Kudeta'yı seçtik.


Önce suşi menüsünden bir karma yaptık, tahta bir kayığın üzerine özenle dizilen suşileri wasabi karştırdığımız soya sosuna bandırarak yedik, hepsi birbirinden lezzetliydi, sunum ise hem gözü hem ruhu doyuruyordu. Ardından tatlarına baktığımız Bali usulü jumbo karides, tavuk kanadı ve çin mantısı da fast food çin lokantalarında yediklerimizin çok üzerinde lezzetlere sahipti.Bunlar bizi oldukça doyurduğu için limon soslu susamlı tavukla körili erişteyi ortaya söyleyip paylaştık.Onların damağımda bıraktığı lezzetlerin güzelliği karşısında evlere paket servis yapan ün salmış çin lokantalarına verdiğim paralar içimi burktu. Önceden yarı kızarmış, sipariş verilince bir kez daha kızarıp kayış haline gelen porsiyonu 30 liralar civarında o çıtır tavuk ve dana etlerini bir daha yemeyeceğime söz verdim. Artık patlamak üzereyken kızım tatlı olmadan doğumgünü olmaz deyince kızarmış ananas ve kızarmış dondurma sipariş ettik. Sosu, üzerindeki hamur, ballı cevizler muhteşemdi. Kızartma olmasına karşın yağ tadı hiç gelmiyordu.


Evet Zekeriyaköy herkes için çok yakın bir yer değil, içinde bulunduğu çarşı ilk bakışta pek içacıcı da değil ama mekanın içine girdiğinizde dekorasyon, müzik hemen sizi sarmalıyacak bir de yemekler geldiğinde... Oraya yakınsanız ya da yolunuz düşerse uzak doğu lezzetlerini seviyorsanız mutlaka deneyin. Ayrıntılı adresi internet sayfasından alabilirsiniz.www.kudetaistanbul.com




23 Ocak 2011 Pazar

Eyvah Eyvah



Film eleştirmeni değilim zaten amacım da filmi eleştirmek değil bende uyandırdığı izlenimleri yazmak. Çok sıcak ve doğal bir film. Ruh halinize bağlı olarak çok mesaj da bulabilirsiniz ya da 'bu filmin mesajı neydi' diye de düşünebilirsiniz ama yüzünüzün gülerek çıkacağınızdan eminim. Oyuncuların bir filmde oynadığı duygusunu hiç almadan, filmde rol alan her oyuncunun yeteneklerini, rol yapma güçlerini hayranlıkla, imrenerek izledim. Her yıl gittiğimiz Geyikli-Bozcaada bölgesinin muhteşem doğasını ve halkını bir de sinema gözüyle görünce niye oraya o denli bağlı olduğumuzu, niye eski bir dosta-arkadaşa özlemle kavuşma hasretiyle oraya gittiğimizi dönerken de niye için için üzülüp seneye bir daha gelme sözleri verdiğimizi anladım.

Yaklaşık onyıldır her yaz Bozcaada’ya gidiyoruz. Son birkaç yazdır Ata Demirer’ e de her akşam rastladık. Alçakgönüllü,sadece kendisi ve çevresiyle ilgili. Magazin sayfalarında rastladığımız ünlülerden çok farklı yapısı olan bir sanatçı. Hiç konuşamasak da ailece onu çok sevdik. Bir de yazmadan geçemeyeceğim, Müjgan rolünü oynayan Özge Borak, gözlerinin ışıltısı, yaydığı neşe ve pozitif enerjiyle gönlümü fethetti. Sadece filmde değil Beyaz Show’da da onu izledim, uzun zamandır bir oyuncuyla ilgili bu kadar içten duygular duymamıştım.

Filmden sonra eve döndük, evimizin dörtbir yanından üzerinde kırmızı kırmızı çeşitli inşaat firmalarının adını yazan vinçler görünüyor, kaçınca katta sonlanacağı bilinmeyen gökdelenler yükseliyor. Baktıkça umutsuzluğa kapılıp İstanbul için üzülüyorum. Anlıyorum ki ruhum Bozcaada- Geyikli’de kaldı, hani deniz kenarındaki bir ağacın altında birbirlerini çok uzun zamandır tanıyan arkadaşların herhangi bir yapmacıklığa kaçmadan çay bardaklarıyla içip eğlendikleri sahne… İçimde tekrar umudu hissediyorum.

6 Ocak 2011 Perşembe

Tarabya Kıyı


Geçen pazar teyzemin doğumgünüydü. 2 Ocak, yılbaşı akşamından hemen sonra olduğu için kutlaması zor bir gün. Ama hayata çok bağlı, aklından geçenleri pat diye söyleyip bizi zor durumlara sokabilen ve sekseninci doğum gününden sonra yaşını unutan, her zaman muzip çocuk bakışlarıyla etrafı izleyen teyzem bu kez doğum günü şerefine bizi yemeğe götürmek istediğini söyledi.




İlk aklıma gelen yer Tarabya Kıyı oldu ki teyzem balık hiç sevmez. Çünkü pekçok kez gittiğimizde gördüğümüz gibi, belli bir yaşın üzerinde çok misafiri olan bir yer. Boğazda oturan görmüş geçirmiş, tabi belli bir geliri olan, görgülü, mekana girince zarif bir baş işaretiyle afiyet olsun diyen müşteriler. Çalışanlar bu tarz müşterilere öyle alışkınlar ki ağır yürümeleri, biraz huysuzluk biraz kaprisleri hiç sorun olmuyor. Müşterilere öyle büyük bir hoşgörü ve anlayışla yaklaşıyorlar ki onlar da kendilerini çok özel, sanki eski güçlerine kavuşmuş gibi hissediyorlar.




Özetle, yemekler kesinlikle çok lezzetli, servis olağanüstü ama bu maddi yararların ötesinde bu yaşını başını almış büyüklerimize bu mekanın psikolojik yararı daha fazla oluyor. Fiyat kalite dengesini çok iyi oturtmuş bu güzel mekana tabi kendiniz de gidin ama büyüklerinizin özel günleri için mutlaka deneyin.