20 Ağustos 2010 Cuma

Cunda Adası Pizza Uno


Cunda da ilk akşam gurmelerin önerdiği balık lokantalarından birine gidip çok da mutlu olmadıktan sonra yıllardır merak ettiğimiz ama ‘Cunda’ya gelinir de pizza mı yenilir?’ diye düşündüğümüzden gitmediğimiz Pizza Uno’ya gitmeye karar verdik. Anneannemi andıran, yaşlı bir teyze ile kızı da kapıda sıralarının gelmelerini bekliyordu. ‘Balık dışında bir şey yiyeceksek buraya geliyoruz’ dediler Cunda’nın yerlisi olduğunu anladığımız bu sevimli anne kız. Doğru yerde olduğumuzu anladık.


Modern bir işletme, harika bir menü, çok sıcak ve yardımcı servis elemanları. İstanbul’daki zincir cafelerdeki servis elemanlarını arada buraya göndermek gerek diye düşündüm. Tabi İstanbul herkesin kimyasını bozuyor amacım eleştiri değil. Yediklerimiz harikaydı, kroket, çökertme kebabı, pizza, tatlı. Çok farklı çeşitler denedik hepsi çok başarılıydı, porsiyonlar insani boyutta fiyatlar da çok makuldu. Şu anda adını tam anımsayamıyorum ama içtiğim satsumalı kokteyl -ki İstanbul’da içtiklerim gibi votkası koklatılarak konmamıştı –olağanüstüydü. Pizzasıyla, yemekleriyle kokteylleriyle dörtdörtlük sıcak bir yer. Bu kadar yıldır bir şans vermediğimize pişman olduk.

Ciddi Bir Adam


Çalıştığım dönemlerde hep Musevi arkadaşlarım oldu. Aldıkları iyi eğitimin, çalışkanlıklarının, esprili olmalarının yanında geleneklerine bağlılıkları hep dikkatimi çekmişti. Bundan birkaç hafta önce Ayşe Karabat’ın Kudüs’ün Gönüllü Sürgünleri adlı kitabını çok severek okudum. Bu kitapta da İsrail Filistin çatışmasının arka planında Musevi gelenekleri ayrıntısıyla anlatılınca Coen kardeşlerin kendi cemaatlerine mizahla yaklaştığı bu filme gitmek kaçınılmaz oldu.

1960lar Amerika’sında Musevi cemaati. Kahramanımız Larry Gopnik iyi bir iş ve ev hayatına sahip bir fizik profesörü. Bir anda hayatında iyi sandığı her şey ters gitmeye başlıyor. Larry de sormaya başlıyor “böyle kötü olaylar benim gibi iyi, sıradan bir insanın başına niye geliyor” diye. Din adamlarına danışıyor “ Tanrı bu kötü olayları vererek bana ne demek istiyor diye ama doyurucu bir yanıt alamıyor. Aslında yanıtlar filmin başında geçen şu sözde gizli “Başına gelen her şeyi samimiyetle kabul et”. Sadece Musevilikte değil tüm dinlerdeki kader kavramını açıklayan bir söz. Bu sözü ilk okuduğumda klasik kaderci yaklaşımlara verdiğim tepkiyi verip küçümsedim ve görmezden geldim. Oysa ki iki yıl önce oğlumun geçirdiği trafik kazasını hatırladığımda verdiğim tepkinin tamamen bu olduğunu anlayıp çok şaşırdım. Başımıza gelen ciddi bir travmaydı; ama ‘bu niye bizim başımıza geldi’ diye hiç düşünmedim. Olayı gerçekten samimiyetle kabullendim, sabırlı olacak bekleyecektik. Niye biz diye sormak anlamsızdı ; tesadüftü, kaderdi her ne diye düşünüyorsanız oydu. Yapılması gereken yas tutmaksa yas tutulmalı, değilse çözüme odaklanılmalıydı. Çok şükür olaylar bizi çözüme odakladı, ama tek bildiğim: bir suçlu aramadan niye biz demeden bu olayı ilk andan samimiyetle kabullenmiştim.

Filme dönersem sorular soran ama açıkça yanıt vermeyen bir kara mizah örneği. İnsanı düşünmeye, cevaplar aramaya yönelten, mükemmel detaylarla bezenmiş bir Coen Kardeşler filmi. Bu tarz filmleri sevmek çok kolay değil ama ısrar edip emek verirseniz çok şey kazanabilirsiniz. Kendi hayatınızdan örnekleri de düşünün bazen mantığımız başka şeyler söylese de en içimizdeki biz farklı tepkiler verebiliyor.

Sıra Arkadaşı Olmak


Liseden sıra arkadaşımla facebook aracılığıyla karşılaştık, çok uzaklarda yaşamasına karşın tatil için İstanbul’a geldiğinde buluştuk. Buluşmaya gitmeden liseden mezun olalı ne kadar zaman geçtiğini bir hesaplayayım dedim.83 de mezun olmuştuk, 93,2003, 2010. Yirmiyedi yıl yok canım deyip iki kez daha hesapladım doğruydu. En son 1983 haziran’ında mezuniyette görüşmüş, bir kez de birkaç yıl sonra Bodrum’da karşılaşmıştık ama iz bırakan bir anı değildi.


Sekiz kişilik bir arka sıra grubumuz vardı. Aramızda hırslarıyla, çalışkanlıklarıyla, güzellikleriyle, öne çıkanlar vardı. Bugünkü çocuklardan gençlerden farkımız şuydu: aramızda kıskançlık hiç yoktu , rekabet bile yoktu. Şimdi sürekli söylenen kendinizle yarışın sözü bizim doğamızdı. Herkes kendiyle yarışırdı, birbirimizin eksiklerini, aile problemlerini anlayışla karşılar, zor zamanlarda destek olurduk. Bugünün gençlerinden daha karmaşık sorunlarımız vardı ama hiçbirimiz biraz da bu dayanışmanın etkisiyle bu sorunlarda boğulmadık.


Buluştuk, yirmi yedi yıl hiç geçmemiş gibi eski saf duygularımızla, yeni tanışacağımız insanlara belki hiç anlatamayacağımız duygularımızı, başımızdan geçenleri, arkadaşlarımızı, ailelerimizi konuştuk. Çoğumuzun hayatı pek de planladığımız gibi gitmemiş hayatın akışında gerçekleşen olayların etkisiyle biraz savrulmuştuk.


Son günlerin en heyecan verici, en ilham verici olayıydı. Piyangodan ikramiye çıkmış gibi bir sevinç kapladı içimi, cüzdanıma değilse de ruhuma piyango vurmuştu.