30 Ağustos 2009 Pazar

Le Pain Quotidien


Kanyonda en sevdiğim mekan, ahşap masa ve sandalyeler, huzurlu, ferah bir ortam, fransız stili sandviçler, müthiş bir domates çorbası, olağanüstü peynir, jambon tabakları.Tartlar, kurabiyeler, muffinler. Organik, tahıllı ekmekler, marmelatlar ve bulursanız mutlaka almanız gereken ekmeğe sürülen çikolatalar. Bizimkilerin favorisi: noisella ve noir. Kavanozların kapağını açın ve koklayın o müthiş Belçika çikolatasının baştan çıkarıcı kokusunu hissedin.Çıtır baget ekmekten büyükçe bir parça koparıp, kavanoza daldırın. Ne gam kalır ne kriz tüm hücreleriniz kakao taneciklerini bulan Azteklere teşekkür eder. Şarapla süper gidecek bir mönüsü olmasına rağmen niye şarap servis edilmediğini çok merak ediyorum. Eğer giderseniz, mutlaka domates çorbasını deneyin, salça katılmadan sadece domatesten yapılmış, hafif krema, kıtır ekmekle çok lezzetli. Zeytin ezmesi, pesto sos, süper lezzetli labne peyniri, kurutulmuş domates, parmesan, jambon ve kavundan oluşan Toscana tabağını da öneririm. Basit ama çok rafine lezzetler olduğunu göreceksiniz. Servis elemanlarının hepsi de güleryüzlü ve yardımsever. Her gittiğimde mutlu çıktığım ender mekanlardan. Anadolu yakasında da açılmasını bekliyorum.

Hamdi Lokantası





Üniversiteye gittiğimiz yıllardan kalan anılarla Eminönü’nin keşmekeşini, Kapalıçarşı’nın ve Mısır Çarşısı’nın tarihin derinliklerinden gelen atmosferini, kokusunu, gizemli havasını hep sevmişimdir. Bu kez de ailece haftasonu Mısır Çarşısını gezip Hamdi‘de bir öğle yemeği yiyelim dedik.
Başlangıçlarla karnımızı doyurmadan sadece birer fındık lahmacundan sonra kebaba geçtik. Mutlaka yenmesi gereken kebap bence fıstıklı kebap. Hiçbir masraftan kaçınılmadan içine konulan bol antep fıstığı ile yapılan urfa kebap kıvamındaki şişte pişirilen köfte kebabı. Yağı tam kıvamında konulmuş ve ocağın üzerinde kızardığında yanmadan alınmış ve sıcakken önünüze gelmiş. Ocaktan masaya gelene kadar sıcaklığını koruması için altına ve üzerine lavaş konulsa daha iyi olurdu.Yanındaki bulgur pilavı, soğan, maydonoz bir kebapta olması gerektiği gibiydi, ne fazla abartılı ne de özensiz. Bence kebaplar bu kategoride yemeklerdir : o kadar lezzetli yemeklerdir ki fazla lüks ortamlar , süs püs sevmezler. Hamdi Lokantası deyince aklıma gelen Yılmaz Erdoğan’ın Organize İşler filmindeki sahnedir. Müthiş bir İstanbul manzarası: masmavi deniz, vapurlar, martılar, Galata Kulesi, dörbir yandaki camiler ve olağanüstü lezzetteki kebaplar.
Böyle bir gezi yapın ve Hamdi Lokantasına gidin, sıra bekleseniz de, garsonlar çok güleryüzlü olmasa da, hesabın ucuz olmayacağını bilseniz de deneyin. Ben çok seviyorum, yaşadığımız şehri, geçmişimizi, kültürümüzü anımsatan bir deneyim. Belki siz de seversiniz.

21 Ağustos 2009 Cuma

J Burger (Jumbo)


Hamburger denince aklıma gelen tek adres eski adıyla Jumbo yeni adıyla Jburger. Cemil Topuzlu, Büyük Kulüp karşısı. Karamelize soğan, baharatlı hamburger köftesi, lezzetli hamburger ekmeği ve efsane mayoneziyle yaratılan harika lezzet…Mayonezi kendileri yapıyor, şekerli bir lezzeti ve klasik mayoneze benzemeyen yarı şeffaf, jölemsi bir görüntüsü var.Bu temel üzerine kurulan pekçok değişik burger var bu burgercide. Hafif sarmısaklı Şarkburger favorimdir, eğer çok açsam iki katlı burgerlere de bakarım: New York, California, Daytona…Tek katlılar 8, çift katlılar 16 tl. Evet ucuz değil ama yedikleriniz de fabrikasyon donuk köfteler değil. Ayrıca böyle nefis bir hamburgerle bira içebileceğiniz nezih bir ortam bulmak da hiç kolay değil. Biraz da ortamdan bahsedeyim, otomobil sporlarından aksesuarlar ve kupalarla süslü mekanda kurulu 5-6 adet ekranda spor, müzik kanalları gösteriliyor. Batılı havasını özentiye kaçmadan hissettiren sade ve konforlu bir mekan. Gelenler de gençler, gençken dadanıp sonra aile kuran orta yaşa yakın çocuklu aileler. Son gittiğimde yanlarındaki boyfriendlere uyup buraya gelmiş gibi bir havaları olan pek şıkırtılı genç kızlar da vardı. 1977 yılında kurulan ve büyüme hevesine kapılmadan kalitesini koruyup klasikleşen bu mekanı gerçekten kutluyorum, gitmediyseniz mutlaka deneyin.

18 Ağustos 2009 Salı

Cookshop Palladium AVM


Birkaç kez gittiğimiz Palladium Avmdeki Cookshop bizi hiç hayalkırıklığına uğratmadı. Servis elemanları güleryüzlü ve ilgili, zaten olması gereken bu ama genellikle küçük dağları ben yarattım , büyükleri zaten babam yaratmıştı havasında jöleli saçlı ve mandrake sakallı garsonlardan sonra böyle normal görünümlü ve sıcak servis elemanlarını görünce insan seviniyor. Bu demin anlattığım tipolojiye bir de kuaförde rastlayabiliyorsunuz . Neyse yemeğe dönersek, güzel ve yaratıcı mönüsü ve hoş sunumları var. Geçen gittiğimizde kızımın yediği risotto 1.sınıf restoranlarda yiyebileceğiniz gibi çok lezzetli, kıvamında pişmiş, lapa olmamış, sıcak tabakta servis edilen harika bir yemekti. Ayrıca keçi peynirli panzanella salatası, salatayı ruhsuz yeşil otların üzerine en ucuz plastik tadında peynir tavuk ya da eti koymak sanan işletmecilere örnek olarak gösterilecek müthiş bir salata. Pizzalar italyan stili ne çok ince ne çok kalın malzeme gerektiği kadar.Ugly bird, dışı çıtır içi sulu ızgara tavuk budu, makarnalar doyurucu ve lezzetli.Salatanın sosunu ayrı istediğinizde gelen limon suyu buzdolabından çıkıyor ve gerçek limondan sıkılmış beklememiş. (İnsan zamanla nelere seviniyor)
Başka bir blogda okuduğum bir yorumda internet sitelerinin olmaması eleştirilmiş, ayrıca New York daki aynı isimli restoranla konseptin aynı olduğu söylenmiş. Evet internet sitelerinin olmaması eksiklik ama yemekler lezzetli, özenli, servis güleryüzlü, fiyatlar rahatsız edici değil. Varsın internet siteleri olmayıversin, varsın biraz başka restoranlardan esinlenmiş olsunlar ben yediğime bakarım…

14 Ağustos 2009 Cuma

Gezmek, Gezmek, Gezmek


Gezmek bir hobi midir?

Kafa dağıtmak için mi gezilir?

Eşin, çocukların gönlü olsun diye mi gezilir?

Herkes geziyor diye mi gezilir?

Yoksa evde canımız sıkılıyor diye mi gezilir?

Bu sorulara hepimizin değişik yanıtları vardır mutlaka ama ben yanıtı Buket Uzuner’in Yolda isimli kitabının giriş sayfasında yer alan İbn-el Arabi’nin şu sözünde buldum: “ Varlığın kökeni harekettir.Hareketsizlik varlığın içinde yer almaz, çünkü varlık hareketsiz olamaz, olursa kaynağına yani hiçliğe döner.İşte bu yüzden dünyada ve ahirette yolculuk hiç bitmez.”

Gezerken orada daha önce yaşayan kişileri, ne aşklar ne savaşlar yaşandığını, onların ne özlemlerle ne anılarla oraları terk etmek zorunda kaldıklarını düşünüyorsak, oralılarla dost olup birlikte bir kadeh içki içiyorsak, ‘tekrar görüşürüz inşallah’ derken sesimiz titriyorsa bence gezmek budur. Ancak o zaman kalbimiz ve ruhumuz da bedenimizle birlikte gezmiş olur.Boş zamanımızı dolduran hobilerimiz hayatımızı da zenginleştirir.

7 Ağustos 2009 Cuma

L'entrecote de Paris(Kanyon) Fiyasko Fiyasko....



Dün akşam Kanyon'da ailece birlikte yemek üzere bir araya geldik.Şnitzel yemek konusunda gönlümüz her daim Cafe Wien'den yana olsa da kırmızı pötikareli örtülerin yarattığı ambians ve biraz da merak nedeniyle pek çok internet sitesinde adından övgüyle bahsedilen l'entrecote de Paris isimli restorana gittik. Her ne kadar pötikareli masa örtüleriyle hiç bağdaşmayan sandalyeler ve barın üzerinde asılı kokoş şıkırtılar ruhuma 'hadi kalkalım, hadi kalkalım' diye bağırsa da 40 küsur yaşında bir anne olarak sakin olmalıyım diye düşündüm. Şnitzel, tavuklu sezar salata ve T_bone sipariş verdik. Tavuklu sezar salatasında, onu sezar yapan sos yoktu, tavuklar günlerdir temizlenmemiş kokan ızgaranın tüm yanık koku ve tadını almıştı, yemeye olanak yoktu, beşinci sınıf bir atom salata ile yapılmıştı. Şnitzel Cafe Wien'de sunulanın üçtebiri kadardı ve çok sıradandı. Porsiyon fiyatı 40 TL olan T-bone çok lezzetsiz, kuru ve ızgaranın iğrenç kokusundan doğal olarak nasibini almıştı. Haksızlık etmeyelim patates kızartmaları güzeldi. Hesabı ödeme zamanı geldiğinde artık anarşist ruhum başkaldırdı ve servis yapan garsona bunun hayatımda yediğim en kötü yemek olduğunu (gerçekten öyle), ızgaranın pisliğinin bütün yemekleri etkilediğini ayrıca hepsinin çok özensiz olduğunu bu parayı haketmediklerini söyledim. İyi niyetli garsonumuz aşçının o gün izinli olduğunu, salatayı çıkaracaklarını ve kahve ikram etmeyi teklif etti. Onun kabahati yoktu tabii ki. Kabahat bizimdi, yeni yerler arayalım başkalarına da fırsat verelim demiştik.Sonrasında her zaman güleryüzle nefis pastalarını servis eden, Avusturya ruhunu hakkıyla temsil eden Cafe Wien de cafe melangelarımızı içtik. İçimden hala o aşçıyla tanışıp onu bayıltana kadar Cafe Fernando'nun internet sitesindeki tarife birebir uyarak defalarca tavuklu sezar salatası yaptırmak geliyor.

4 Ağustos 2009 Salı

Alaçatı Babylon



Alaçatı'daki üç günümüzü de Babylon plajında geçirdik. Henüz sıcak sezon olmadığından giriş ücreti olarak kişi başı 15 TL ödedik. İlerleyen günlerde giriş 20 TL ye çıkacaktı. 12 yaşından küçüklerden de ücret alınmıyor. Şezlonglar, minderler, kabinler, duşlar hepsi bir plajda olması gerektiği gibiydi. Duşlar ve kabinler ne iğrenilecek kadar pisti ne de bal dök yala durumu. Evet kabinlerin kilitleri çalışsaydı iyi olurdu, duşlar biraz daha temiz olsa daha iyi olurdu ama ne gam öyle muhteşem bir deniz ve kumsal var ki inanın eğer benim gibi deniz ve kum fanatiğiyseniz hiçbiri umurunuzda olmaz. Günün başlangıcında hafif hafif çalan müzik, ilerleyen saatlerde güneşin alçalmasıyla inatlaşırcasına sesini yükseltiyor.İçilen mojitolar etkisini gösteriyor ve barda dans edenler artıyor. Barda sesi yüksek olan müzik, plajda ise sadece daha duyulur oluyor hiç rahatsız edici değil. Biz ailece bu plajı sevdik, minderlerde yayıldık, sığ ve kum denizde bol bol yüzüp, voleybol oynadık, öğlen yemeğimizi orada yedik.Böyle tiki bir plajın menüsünde karpuz peynir olmasını, zeytinyağlı yaprak sarmanın ılık ılık servis edilmesini çok takdir ettik. Bir de konsere katılıp, mehtapta avaz avaz şarkı söylemek vardı ama bir onu yapamadık, umarım seneye o da olur.